Yoğurt Kabında Mandallar

Pencereden gelen tıkırtıyla birden irkildi. Ritimli bir tıkırtı mı diye tekrar kulak verdi fakat değildi, içini tuhaf bir korku almaya başladı. Bu korkunun sebebi hep sağdan soldan duyduğu şeylerdi. Son zamanlarda mahallede çok hırsızlık olmuştu ve ilk katta oturmasına rağmen korkuluklara verilecek parayı hep sonralara ertelemişti. Böyle şeyleri ertelememek için kendine söz vermenin tam zamanı gibiydi. Ama belki de camın önünde bir kedi geziniyordu, belki de fazla kuruntulanıyordu. Zaten böyle giderse olayları abartmaktan bir gün aklını oynatacaktı. Evet olayları fazla abartıyordu ama sandalyesinden kalkıp pencereyi kontrol etme cesaretini de bir türlü bulamıyordu. Okuduğu kitaba da tekrar konsantre olamıyordu şimdi. Masaya tutunarak kendini sandalyesiyle beraber geriye doğru ittirdi. Kitabın kapağını yavaşça kapattı. Sanki bu harekette ona güç veren bir şeyler vardı. Ayağa kalktı ve masa lambasının loşluğunda kapıya doğru yürüdü. Kitaplığın arkasındaki elektrik şalterinin yerini bulmaya çalıştı. Elini pürüzlü duvarda gezdirdikten sonra bulabildi ve ışığı açtı. Bu sessizlikten kurtulmalı ve televizyonu açmalıydı. Televizyonun kumandasını en son nereye koymuştu acaba? Makarna yediği tepsinin üstünde mutfağa gitmiş olmalıydı. Yumuşak tabanlı terliklerini giydi ve koridora çıktı. Odasının ışığı koridorun mutfağa kadar olan kısmını aydınlatmaya yetiyordu. Küçük adımlarla mutfağa doğru yürümeye başladı. Koridorun sonu karanlık olduğundan o tarafa bakmak istemiyordu. Sanki camdaki tıkırtıya sebep olan şey birden karşısına çıkacakmış gibi geliyordu. Hemen geri dönerek koridorun ışığını da açtı. Koridorun sonuna dikkatlice baktı, hiçbir şey yoktu işte. İçi gerçekten ferahlamıştı çünkü boşuna kuruntu yaptığının farkındaydı artık. Mutfağa girdiğinde kumandanın tahmin ettiği gibi yemek masasının üstündeki tepside olduğunu gördü. Mutfak bütün bir haftanın yorgunluğunu taşıyordu. Lavabonun içi yağlı tepsilerle doluydu. Her yerde ekmek kırıntıları, domates ve salatalık kabukları, ezilmiş küçük peynir parçaları, salça lekeleri, yumurta kabukları ve beyaz market poşetleri vardı. Terliklerini sürüyerek yemek masasının yanına gitti. Kumandayı eline aldı fakat çok yağlanmıştı. Gözüne kestirdiği kullanılmış bir peçeteyle altını ve tuşlarını çabucak sildikten sonra tekrar koridora çıktı. İçi bu durumdan rahatsızdı tabi ki ama nasıl olsa tekrar yağlanmayacak mıydı? Koridorun ışığını söndürmeden odasının kapısına geldi ve tam gireceği sırada camdan gelen tıkırtıyı tekrar duydu. Bu kez çok daha şiddetliydi. Kumandanın önünü odaya doğru çevirdi ve bir refleks hareketiyle hemen televizyonu açtı. Bir adam küçük lokomotif ve vagon modelleri yapımından bahsediyordu. Sesini biraz daha artırdı ve eline kitap okurken yediği fındıklardan alarak televizyon izlediği koltuğuna oturdu. Adamın yaptığı modeller ve maketler gerçekten çok harikaydı. Geçen yüzyılın başından bugüne kadar üretilmiş bütün lokomotiflerin olduğu bir koleksiyona da sahipti adam. Fakat ne kadar güzel olursa olsun şu oyuncak sevdasını bir türlü anlayamazdı. Bunları düşünürken aklı hala camdan gelen o tıkırtıdaydı. Acaba dışarı çıkıp dışarıdan mı baksaydı penceresine? Yok yok evden dışarı çıkması çok saçmaydı. Birden bacaklarına bir kaşınma hissi geldi. Son zamanlarda hep böyle oluyor, ne zaman kendini çok karmaşık ve saçma hissetse bacakları kaşınıyordu. Bu durum sinirlenmesine de yol açıyordu. Zaten ne kadar çözümsüz ve anlamsız bir hayatı vardı. Ayaklarında saçma terlikler, mutfağında pislikler, camdan gelen aptal bir sesin korkusu yüzünden elinde sıkıca tuttuğu kumandayla saçma sapan bir televizyon programı izliyor ve yorum yapmaya çalışıyordu. En iyisi başka bir şeyler düşünmeliydi. Okuduğu kitabı düşünmeliydi mesela. Bu kitap kendi düşünceleriyle özdeşliyor ve isteyip de anlatamadığı bütün her şeyi gözler önüne seriyordu. Bireyci özgürlüğü savunuyor, her bireyin kendine ait bir ahlaksal yargı modeli geliştirmesi gerektiğini ve toplumda oluşacak olan subjektif ahlaksal yargılar bütünüyle de insanların önyargılardan kurtularak gerçek özgürlüğe sahip olabileceğini anlatıyordu. Evet düşündüğü tam olarak buydu ve bu kitapta kusursuzca anlatılmıştı. Aslında böyle bir düşüncenin gerçek olması durumunda toplumsal çözülme ve kaos yaşanması muhtemel oluyordu fakat gerçek özgürlüğü yakalayabilmek düşüncesi her şeyden üstün tutulmalıydı. İşte o anda aklında şimşekler çakmış gibi oldu. Aslında yaşadığı bu düzensiz ve yalnız hayatın aynı zamanda da bütün bu korkularının sebebi özgür olmak için feda edilen toplumsal çözülmeydi. Eğer ki toplumsal çözülme bu haddine gelmemiş, insanlar bu kadar yalnızlaşmamış ve kendi kaderlerine terk edilmemiş olsalardı belki de yaşanan bu açlıklar ve evsiz kalmalar olmayacak, insanlar hırsızlık yapmayacaktı. İnsanlar hırsızlık yapmıyor olsalar şu anda televizyonun karşısına oturmuş vaziyette camdan gelen tıkırtılardan korkuyor olmayacaktı. Sadece bununla sınırlı da değildi. Subjektif ahlaksal yargılar insanları toplumun bir parçası olduğu fikrinden uzaklaştırıp yalnızlaştırarak, aranılan mutlak özgürlük fikrinin altından özgürlüğün beraberinde getirdiği o yüce ruhsal duyguyu zehirleyebilecek olan korkular çıkaracaktı. Belki de bu korkular yüzünden hırsızlıktan çok daha büyük suçlar ulu orta işlenecekti. İnsanlar yalnız başlarına korkularıyla yaşayacak ve belki de şu anda içinde duyduğu o tıkırtı korkusundan ve kocaman apartman dairesi içinde yapayalnız bir şekilde bütün bunları düşünüyor olmasından çok daha kötü şeyler olacaktı dünyada. Artık bu mutlak özgürlük fikrinden ve subjektif ahlaksal yargıların gerekliliği düşüncesinden vazgeçmeliydi. O kitabı okumayı da bırakmalıydı. İçindeki özgür insan olma arzusunu besleyen şeyler de içi boş ve saçma sapan şeylerdi. Yatılı bir okulda büyümüş olmak, hiyerarşik bir meslekte çalışmak ve ara sıra amirinden fırça yemek bütün bu özgür olma arzularının sebebi olmamalıydı. Zararı yine kendine dokunuyor, yalnız başına düzensiz bir hayat yaşamasına sebep oluyordu. Evlenmeyişinin sebebi de bundan başka bir şey değildi. Kendisi gibi düşünen insanların hiçbiri evlenmezdi. Evliliğin insan ruhunu tutsak edeceğine inanırlardı. Dünyaya birkaç kitap ve birkaç anlamlı cümle hediye ettikten sonra ölüp giderlerdi. Fakat yalnızlığın verdiği ümitsizlik, dünyaya bir şey kazandırmadan ölmek düşüncesinin verdiği korkudan daha fazla acı veren bir şeydi. Bunu yaşayarak öğrenmişti. Artık bütün bu karmaşık ve sonunda güzel şeyler olmayan arzularını bırakıp korkularıyla yüzleşmeliydi. Başka bir insan olmaya karar vermeli ve buna korkularıyla yüzleşerek başlamalıydı. Şimdi gidip o perdeyi açmalı ve penceresinin önünde neler oluyor bakmalıydı. Kumandayı koltuğun üstünden aldı ve televizyonu kapattı. Ayağa kalktı ve masanın üstünde duran kitabı kağıtlarını attığı çöpe bıraktı. Doğruldu, pencereye baktı. Tıkırtılar hala geliyordu. Perdenin yanına gelerek önce tülü ve ardından güneşliği hafifçe araladı. Cama bir şey vuruyordu. Sokak lambası tam tepede olduğundan, camın üst kısmındaki yuvarlağa benzeyen şeyi siluet olarak gördü ve ne olduğunu anlayamadı. Pencereyi açtı ve gördüğü şey yukarıdan iple bağlanmış içi mandal dolu plastik bir yoğurt kabından başka bir şey değildi. Gülümsedi. Üst katlardaki komşulardan birinin çocuğu yapmış olmalıydı bunu. Hava rüzgarlı olduğundan yoğurt kabı sallanarak cama çarpıyor ve içindeki mandallar da sesi daha nitelikli ve karmaşık bir hale getiriyordu. Bütün hepsi buydu. Şimdi gerçekten, kuramla pratik ve gerçekle hayal arasındaki farkı çok iyi ayırt edebiliyordu. Tam bu sırada karşı apartmanın giriş ışığı yandı ve kapıdan kadınlar, erkekler ve çocuklar çıktı. Bir arabanın tavan lambası yanmaya başladı ve iki çocuk koşarak o arabanın arka kapısı açtılar. Arkalarından bir kadın onların binmesine yardım etti ve kendi de ön kapıyı açarak bindi. Sürücü koltuğuna bir adam gelip oturdu. Araba, geride kalan adamın, kadının ve çocukların önüne doğru hareket etti. Onların önüne gelince durdu. Arabanın camları açıldı, dışarıdaki adam arabanın içine doğru bir şeyler söyledi. Herkes gülmeye başladı bir anda. Araba hareket etti, camlar kapandı, korna çalarak uzaklaştı. Geride kalanlar el salladıktan sonra tekrar karşı apartmana girdiler. Okuduğu bütün kitaplardan daha güzel bir şey izlemiş olduğunu fark etti. Galiba mandalları sarkıtan çocuğa teşekkür borçluydu.

1 yorum:

  1. Şilide kavga eden 2 dağ keçisi izlandada 2 fokun ölmesine sebep olabilir mi yani?

    YanıtlaSil