Mayıs Özlemi (Eskilerden)

yabancı bir ilkim düşlüyorum
ait olmadığım uzakta bir yer
taptaze heyecanlar görüyorum
bir ömür hediye etsem değer.

Mayısı özlemeyi özlüyorum demiştim bir zaman.Dışarıda mayıs şimdi, 22 mayıs da cumartesi üstelik bu yıl.Leylak zamanı, bahar heyecanı, ilk yaz.Buharsız deniz, görünen karşı kıyılar. Henüz rüzgardan üşüyen balıkçılar hayal ediyorum sabahın ilk ışıklarında. Motorlarının sesleriyle uyanıyorum, güneş kleopatra dağının arkasından gösteriyor kendini usul usul, fısıldıyor gibi. Sonra bir palmiye ağacının en yüksek yaprakları sarımtırak bir kızıllığa bürünüyor.Serin içerisi, bir bardak soğuk su gibi okşuyor yanaklarımı beyaz rutubetli duvarlar. Pencerede sineklik, balkon kapısını açıyorum yavaş yavaş, mayısın serin sabah rüzgarı doluyor içeriye ayaklarımdan başlayarak.Çıplak ayaklarım ince yer kiliminin üzerinde. Deniz daha bembeyaz, yatağımdaki çarşaf gibi kıvrımlı bir deniz. Keman sesi gibi geliyor insana, gümüş gümüş parlıyor hafif ve solgun. Sandallar çocukları gibi denizin, hadi uyan bak sabah oldu der gibi haylazca salınıyorlar.Gökyüzünün bu pembe okşayışından parlayan pullar düşüyor kıyıya, tuzuna karışıyor sonra denizin, ve bir sandal madalyon gibi alıp üzerine takıyor övünerek. İsmet dede oturmuş her zamanki yerinde, kimbilir neler düşlüyor. Güneşin büyüttüğü bir ömrü taşıyor sıcak bedeninde, güneşin çocuğu o. Puslu anıların yarı gerçek yarı masal nehrini akıtıyor aslında her sabah denize İsmet dede. Yüzüne bir ömür ege rüzgarları esmiş. Zeytin yeşilinin tonunu hiç şaşırmaz sorsam hemen gösterir, ne zaman dalgalı olur deniz, neden mavidir aslında, hepsini bilir. Akşam olunca, kendi asmasının altında, kareli mavi muşamba örtüsü, cam sürahi, ipe taktığı sönük sarı ampül, arkasında zifiri karanlık, duvar dibinde ağustos böcekleri, bütün ihtişamıyla yıldızlar. Başka türlü bir şey değildir hayat ona, bilinmez ülkelere hasret kalmamıştır hiç, gurbet kelimesini kaç kere duymuşturki acaba? Sakın hikayeleri yok sanma, bir bağlasın oltasını, bir yaslansın arkasına, hiç duymadığın dünyaları getirirverir ayaklarına. Çömelmek yok oturarak dinleyeceksin ama. Ansızın zilleri çalar balık gelmiş oltaya, kovanın içine atar balığı, yeniden bir ekmek sarar, sonra bambaşka bir dünya daha. Bende ise ürpertiler ve nem kokusu. Birden sorular yağıyor aklımın o en derin yerlerine. Bu kadar mı yıpranmışım, bu kadar mı uzak kalmışım anlamıyorum ne çabuk geçmiş zaman ne geçmek bilmemiş, sahi kaç yıl olmuş? Hani aynıydı dünya, hani çiçek hep çiçek, toprak aynı topraktı? Ne oluyor, bu ses ne? Nasıl bir ses bu denli hırçın ve bu denli yumuşak ve bu denli peşinden sürükleyici olabiliyor? Neden yabancıyım şimdi bu kadar dalgalara? Deniz kabuklarını neden farkedemiyorum çakıl taşları içinden artık? Deniz gibi tuzlu tadı olan, yanaklarımdan süzülen bu beyaz sularda neyin nesi? Mayısın özlemi özgürlük arzumu dizginleyerek olanca şiddetiyle sarmışken beni...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder